Kediler dolaşıyordu etrafında. Kediler huysuz, kediler aç... Kediler meraklı, bekliyorlar. Neyi bekliyorlar. Küçük kırmızı eller kovuyor kedileri... Biraz çekilip geri dönüyorlar. Sokak çöplüklerinde rızık kalmamış. Çöplükler plastik. Çöplükler zehir dolu. Ve kedilerin gözleri de küçük. Kedilerin gözleri de kırmızı. Onların da tüylerinde çamur var. Leke leke kaplamış kedileri.
Saat kulesinin ve çanların ise haberi yoktu kedilerden... Çocuğun ellerinin küçük ve kırmızı olduğunu da bilmiyordu. O ellerin soğuktan titrediğinden de haberi yoktu. Çocuğun yaralarını saramazdı. Üstelik buz gibi esen kuzey rüzgarını da durduramıyordu. Sorsam "ne münasebet! Vazifem bu mudur?" diyecekti muhtemelen.
Uyumak üzereydi. Kedilere rağmen hem de. Gözleri yavaş yavaş kapanırken, kediler adım adım yaklaşıyorlardı. İrkilip doğrulduğunda duraklıyorlardı bir an. Korkuyla titriyordu küçük ve kırmızı eller... Ağlıyordu. Gözyaşları temizliyordu yüzündeki çamur lekesini. Herşeyi temizlerdi o gözyaşları.
Saat kulesinin gözyaşları yoktu ama. Bir dev gibi dikilmişti. Her gece saat 12'yi bulduğunda çanları gururla çalınırdı. Her tuğlası kendi ihtişamının övgüsüyle örülmüştü adeta. Akrep ve yelkovanı altındandı. Ve onun küçük ve kırmızı elleri yoktu.
Kan kokusu mu delirtti bu kedileri? Yumuşak tüylü ev kedileri değil bunlar. Sesleri cehennem azabının işaretçisi. Miyavlamıyor, haykırıyorlar. Ve adım adım yaklaşıyorlar. Çocuk uyumak üzere... Ve uyuyor nihayet... Bakamıyorum. Kedilerin vahşi miyavlamalarını duyuyorum. Gözlerimi açacak cesaretim yok. Küçük, cılız bir çığlık koşuyor kulaklarıma bir umut. Alçalıp yükselen kedi bağrışmaları. Allahım sağır et beni!
*********************************************************
Sabah güneşinin ışıkları vuruyor saat kulesine. Konuşmalar duyuyorum. Bir grup insan... Bazı kelimeleri seçebiliyorum. Pislikten ve temizlemekten bahsediyorlar. Mavi mavi giyinmiş insanlar, ellerinde süpürgeler ve kovalarla koşuşturuyorlar. Elleri büyük, kahverengi... Saat kulesininin duvarını yıkıyorlar .Duvara bakıyorum: Yer yer kırmızı lekeler... Kan lekeleri mi bunlar? Fırçalıyorlar ve kova kova su döküyorlar duvara. Birkaç kişi de ellerinde siyah poşetler, yerden birşeyler topluyorlar. Biliyorum ne topladıklarını.
Onlarca insan toplanıyor bir süre sonra saat kulesinin önüne. Mavili adamlar işlerini bitirmiş. Büyük ve siyah bir araba geliyor sonra. Duruyor. Araba uzun. Araba soğuk .Ben de üşüyorum. Yaşlı ,şişman bir adam iniyor arabadan. Kedi gibi bıyıkları ve gözleri kediler gibi aç. Elbiseleri temiz. Saat kulesinin önünde toplanan halk onun etrafına toplanıyor.
- "Şehrimizin onuru olan saat kulemiz temizlenmiştir" diyor şişman adam.
İnsanlar çılgınca alkışlıyorlar bu sözleri. İnsanlar sevinçle haykırıyor.
"Hepimiz varımızı yoğumuzu harcayarak yaptığımız bu saat kulesine gözümüz gibi bakmalıyız. Bu saat kulesi şehrimizin sembolüdür..." diye devam ediyor şişman adam. Konuşmayı dinleyen yaşlı bir kadın ağlıyor ve "mutluluk gözyaşları bunlar" diyor yanındaki genç adama.
Daha fazla dinlemiyorum onları. Saat kulesine bakıyorum. Mağrur ve gururlu. Tertemiz görünüyor. Yine de iki tane işçi çalışmaya devam ediyor. Var güçleriyle duvarı fırçaladıklarını görüyorum. Neden bu kadar hırslılar."Çıkmıyor a.. kodumunun!" diye haykırıyor bir tanesi öfkeyle. "Ha gayret" diyor öteki ona "amma inatçı lekeymiş". Merakla yaklaştığımda ,çıkarmaya çalıştıkları lekenin küçük ve kırmızı bir el izi olduğunu görüyorum." Boşuna uğraşıyorsunuz mavi adamlar!" diyorum "o leke suyla sabunla çıkmaz. Gözyaşı lazım onun için." Fakat duymuyorlar.
Belki duvarın o kısmını yıkacaklar. Küçük kırmızı el lekesini de kaybedecekler duvardan. Kimseyi tedirgin etmeyecek daha fazla. Kimse daha fazla üzülmeyecek saat kulesinin ihtişamının eksildiğine. Gazeteler bir bayram havasında ilan edecekler saat kulesinin görkemini. İnsanlar yemeklerini daha bir neşeyle yiyecekler. Yine de küçük kırmızı bir el kalacak orada.
Kalbimde en azından...
(14.4.2005)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder